28 Kasım 2013 Perşembe

Türkiye'de Bir Zamanlar - 1

Biletlerde Kıta Uygulaması:

İETT araçlarıyla seyahat ederken, şimdiki gibi tek tip ücret vermek yerine, gidilecek mesafe kadar ücret ödenirdi. bu sistemde, hatlar belirli kıtalara bölünmüştü. şehrin ana merkezleri kıta sınırlarını gösterirdi. biletlerin üzerinde 1 numaradan başlayan ve 12'ye kadar devam eden, kutu içine alınmış sıra numaraları bulunurdu. gitmek istediğiniz durağı biletçiye söylerdiniz, o da bindiğiniz kıtanın ve gitmek istediğiniz semtin içinde bulunduğu kıta numarasının üzerini kalemiyle işaretler ve bileti keserek size verirdi. haliyle, gidilecek mesafe arttıkça verilen ücret de artardı.



Açık Bisküviler:

Mahalle bakkallarında şimdiki gibi bisküviler yoktu ya da lüks sınıfına giren birkaç marka da pahalı olduğundan pek tutulmazdı. hemen her bakkal dükkanının giriş kapısının yanında ortalama 30x30x30 ebatlarında teneke bisküvi kutuları düzenli şekilde üst üste oturtulmuş halde  dururdu. bunların ön kısmında camlı bir kapakları olurdu. kapak, içindeki bisküvinin bayatlamaması için kapalı olur, camdan içinde hangi tür bisküvi olduğu görülürdü. bu kutular, içindekilerin herhangi bir kazaya kurban gitmemesi için zeminden 30 derece kadar yukarı bakacak şekilde meyilli konulurdu. istenen tür bisküvi, bakkal tarafından kağıttan kese kağıdına konulup tartılarak müşteriye verilirdi. en bilinen markalar ise; Ülker, Eti ve Besler'di. 


Hediyeli Seyyar Muhallebiciler:

Sokaklarda tekerlekli ve dört tarafı cam vitrinle kapalı arabalarıyla gezen muhallebiciler vardı. vitrinlerin alt tarafında, küçük ve yuvarlak plastik kutulara konulmuş muhallebiler diziliydi. Üst tarafı ise telli arabadan miskete, maskeden topa, oyuncak bebekten  kaleme kadar çeşitli ıvır zıvırla dolu olurdu. her muhallebi kabının dibinden mutlaka kırmızı renkli plastik, üzeri numaralı bir marka çıkardı. çocuklar kabın dibindeki markaya bir an önce ulaşabilmek için alelacele muhallebiyi bitirirlerdi. markanın üzerindeki numara, satıcının elindeki numaralı hediye listesiyle karşılaştırılır ve o numaraya hangi hediyenin çıktığı saptanırdı. satıcı üst raftan çıkardığı hediyeyi çocuğa verirdi. dağılan ıvır zıvırlar her ne kadar ucuz mallardan oluşsa da, bunların maliyeti de muhallebi fiyatına eklendiğinden, bu piyango çocuklara biraz tuzluya patlardı.





Askeri Devriyeler:

 12 eylül 1980 ihtilalinden sonraki 3 yıl zarfında ( olağanüstü hal kaldırılana dek ) İstanbul cadde ve sokaklarında ( ve Türkiye'nin 67 şehrinde ) 4'erli gruplar halinde devriye gezen askerler olurdu. dördü de tüfekli, miğferli, kısaca tam teşekküllü olan erler, aynı hizada ve birer metre aralıklı olarak yürürlerdi. kaldırımda karşılaşıldığında daima vatandaşlar mutlaka kenara çekilerek, kollarında kırmızı bantlarda "görevli" yazılı devriyelere yol verirdi. bütün bankaların ve resmi kurumların korunması görevi de bu devriyelerde olup, ikisi binanın içinde dururlarken, diğer ikisi de giriş kapısının iki yanında ayakta nöbet tutarlardı. olağanüstü hal kaldırılınca askerler de kışlalarına geri döndü.


Cin Ali Çocuk Kitapları:

1970'lerde revaçta olan ilkokul çocuklarına yönelik "cin ali" adlı kare şeklindeki 16 sayfadan oluşan, siyah beyaz çok enteresan kitaplar vardı. Ali adlı çocuğun, belli bir seriyi takiben; okuldaki, piknikteki, denizdeki, müzedeki, törendeki, dişçideki ve hayvanat bahçesindeki müthiş heyecanlı (!) maceralarına yer veren kitaplardaki çöp çizgilerden oluşmaktaydı. her şey ama her şey bir kaç çizgiden ibaretti; evler, arabalar, insanlar, hayvanlar, eşyalar... Kollar, bacaklar ve vücutlar çöpten ibaret olup herhangi bir organ ihtiva etmemekteydi. kafalarsa bir yuvarlaktan müteşekkildi. okuyan çocuğun resimleri kolayca taklit ederek çizebilmesine imkan vermek amacıyla düşünüldüğü muhtemeldi. her çocuğun çantasında bu serinin en az 1-2 kitabı mevcuttu. 80'lerden itibaren çocuk kitapları sektöründeki hızlı gelişim, cin ali kitaplarının da sonu oldu.





Ayşegül Çocuk Kitapları:

Fransız yapımı renkli ve resimli A4 ebatlarında, parlak kalın kağıda baskılı çocuk kitapları vardı. içindeki çizimler renkli fotoğraf kalitesinde ve güzelliğinde, hemen her türlü detay düşünülerek hazırlanmış, o günler için oldukça lüks sayılabilecek bu kitaplar, ortalama 16 sayfa civarındaydılar. Türkiye baskılarında Ayşegül adı verilmiş hayali bir Fransız kız çocuğunun; evde, okulda, piknikte, tatilde, uçakta, köyde, tiyatroda, yaşgününde... şeklinde senaryolaştırılmış seri maceralarını anlatmaktaydı. bu kızın fındık adında kahverengi bir köpeği ve hiç de Türkiye şartlarıyla benzerlik taşımayan bir yaşam biçimi vardı. ailecek bahçeli lüks bir köşkte otururlar, kilisenin bahçesinde oynarlar ve sık sık ıstakoz yiyip uzak ülkelere tatile çıkarlardı.







Hippiler:

1968 yılında dünyada esen serbestlik rüzgarı yansımaları olan "hippiler" 70'lerde uzak doğu orijinli dünya gezilerine çıkmaya başladılar. ve Hindistan, Nepal, Katmandu gibi budizm ağırlıklı yerlere ulaşmak için rotalarını genelde Türkiye üzerinden çizdiler. kendilerine "çiçek çocukları" "barış elçileri" gibi enteresan isimle veren Batı Avrupa'nın ve Kuzey Amerika'nın işsiz, parasız entel gençleri, volkswagen marka minibüslere doluşarak İstanbul'a geldiler ve uzun yıllar Sultanahmet'i kendilerine buluşma yeri seçerek, burada ucuza konaklamaya başladılar. uyuşturucu ağırlıklı bir yaşam tarzı süren ve garip giysiler giyerek sürekli şarkı söyleyen, çalışmayan,üretmeyen bu akımın temsilcilerine tüm dünyada olduğu gibi bizde de Hippi denildiği gibi, İstanbul halkı tarafından kendilerine ikinci bir isim dha takıldı "bitli turist" ... Sultanahmet semti de bunlardan nasibini aldı ve " bitli Sultanahmet" oldu uzun yıllar... Hippilik akımı 1980'lerin başında yok oluş sürecine girince, hippiler de İstanbul'u terketmeye başladı.


Bankerler:

1980 ihtilalinden hemen sonra kurumsallaşan sektörlerden biri de "Bankerler" olmuştur. eskinin kurt tefecilerinden oluşan bu kurumlar, "Kastelli" "Bako" gibi isimler almışlar, hatta bazıları gazete ve televizyona dahi reklamlar vermeye başlamışlardı. bu reklamlarda, o dönemin ünlü sanatçı ve artistleri rol alıyordu. iyiden iyiye prestij kazanmaya başlayan bankerlerin hedefleri ise ortaktı: halkın birikimlerini çok yüksek faizler karşılığı toplayarak işletmek... Evdeki hesabın çarşıya uymaması nedeniyle bir kaç yıl içinde tüm bankerler teker teker iflas ederek, topladıkları paralarla yurt dışına kaçmaya başladılar. kendilerine vaat edilen (yıllık %100 %150 gibi) çılgınca yüksek faizlerden nemalanmak hayalindeki bir kısım vatandaş da, birbiri ardınca dolandırılmanın şokunu yaşamaya başladılar. kaçan bankerlerin çoğu yakalanamadı, yakalananlar ise bir süre hapis yattıktan sonra salıverildiler. olansa kandırılan vatandaşın birikimine oldu.


El Arabalı Çöpçüler:

Sokak aralarında çöp kamyonlarının geçmediği günlerde dolaşan tahta el arabalı çöpçüler olurdu. Bunlar, düşük bir ücret karşılığında evlere ara toplama hizmeti vermekteydiler. çöpü fazla biriken ev kadınları, küçük bir bahşişle birlikte çöplerini belediyede kadrolu olan, resmi kasketli, kahverengi elbiseli bu temizlik görevlisine verirlerdi. el arabasının mümkün olduğunca fazla atık toplayabilmesi için çöpçüler, arabasının haznesinin yanlarına birbiri üzerine bindirilmiş teneke levhalar, kalın kartonlar ve mukavvalar sokuşturarak, haznenin kapasitesini olabildiğince yükseltirlerdi. ayrıca ellerindeki kalın çalı süpürgeleriyle, göstermelikmolarak kaldırım kenarlarını süpürürlerdi.



"Lak Lak"'lar:

İki ucuna yumurta büyüklüğünde küre şeklinde, tahtadan iki top takılmış 20 santim uzunluğunda bir ipten ibaretti. 80'li yılların başından itibaren çocuklar ve gençler arasında moda olan laklak'ların ipi ortasından işaret ve orta parmağa sarılarak sabitlenir, ardından el yukarı-aşağı hıza hareket ettirilmeye başlanırdı. toplar elin bir üstünden bir altından sürekli birbirine çarparak 180 derecelik bir yay izlerler ve lak lak şeklinde sesler çıkarırlardı. amaç bir defada en çok çarpmayı gerçekleştirebilmekti. sesi tekdüze ve çıldırtıcıydı. dikkatli ve periyodik vurulmadıkları taktirde el parmaklarına çarparlardı. neticede sinir bozucu bir salgındı. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder